Tanrı kendi bahçesine zerk etmedi mi bu yok edici virüsü, yani; insanı?! Ya bahçesinden sıkılmıştı tanrı, ya da bahçeyi talan edenler yokluğu tanrılaştırdı.
Katli ferman eden de insan, fermanla katil olan da...
Tanrı belki de bir kez kumar oynadı bahçesine bizleri sokarak...
- Görüyorum ve arttırıyorum!
Dedi insan...
Hep der, doymaz çünkü... Doymayız..!
Tamah ettiğimiz sûni şeyler, yarattığımız düşmanlıklar gibi...
Tanrılaşmaya çalışmakta kibir yaparak insan, bir gün ölüp cesedini kurtların yiyeceğini bildiği hâlde!
Kul, inananın puluysa şu dünyadan göç ederken zarfına yapıştıracağı; neden hep imzası kanlı?
Kanibalist rejim hüküm sürüyor tanrının bahçesinde. Ya tanrı kanı seviyor ve ses etmiyor, ya da sabrediyor sessizce...
Bilmiyorum.
Belki de yok olanın bahçesinde o varmış gibi davranıyoruz.
"O istedi"... "O aldı"... "O verdi"...
Peki sen ne istedin, ne aldın ve ne verdin?
Felaketten başka...
Biz bu bahçenin felaketiyiz. Bir gün bu bahçenin sahibi gelecek...
Ve işte o zaman bu hiç hoş olmayacak!
Belki de yok yere telaş ediyorumdur, yok olanın varlığı ile.
Ya da,
Varlığı yok sayıyorumdur, kime ne!?
Bir gün bu bahçe kuruyacak ve hiç hoş olmayacak!
Çitleri yıkmak yerine tabuları yıkabilseydik, ütopyalara bir 'an' kadar yakın olabilirdik belki de...
Ama;
Tabular büyük duvarlar ördü çitlerin yerine...
Bizler bu bahçenin en acımasız katili, en işe yaramaz asalaklarıyız,
Ama;
Olmayabilirdik de...
Belki de bu da bizim oynadığımız bir kumardır, kaybetsek de her seferinde!